ANTİ-FAŞİST MÜCADELE KOMİTELERİ Aylık haber yorum bülteni Ekim 1996 Sayı:3
Kitlesel devrimci şiddeti yaygınlaştırmalıyız!
Antifaşist mücadelede geniş
kitleleri kazanmak, onları saflarımızda savşatırmak ne
derece önemlidir? Ya da soruyu şöyle soralım: Güçlü bir
emekçi halk hareketi yaratılmadan faşizm geriletilebilir mi?
İkinci sorunun cevabı “hayır”dır. Böylece birinci
sorunun cevabı da ortaya çıkmış olur: Faşizme karşı
mücadelede kitleselliği yakalamak, güçlü bir kitlesel tabana
dayanmak son derece önemlidir ve bu, zafere yakınlaşabilmek
için vazgeçilmez bir koşuldur!
Gazi Direnişi’nin sarsıcılığı ve
devleti nasıl köşeye sıkıştırdığı hatırlansın.
Ya da ‘96 1 Mayıs’ının O “korkutucu” havasını
düşünelim. Elbette oralarda, en başta militanlık, düşmanla
çatışmada gösterilen kararlı ve net bir tutum ve
durdurulamayan devrimci bir öfke vardı.
Fakat yine oralarda bir şey daha vardı ki, burjuvaları asıl
korkutan, düzenlerinin o kadar da sağlam olmadığını onlara
bir kez daha gösterdi. Bir, militan antifaşist
savaşçılığının giderek kitlesel bir boyut kazanmasından
başka bir şey değildi.
Bu ise, kitlelerin devrimcileşmeye başlaması ve bunun daha da
yaygınlaşmasının işaretlerinden biriydi. Diğer bir
ifadeyle, geçtiğimiz 1 Mayıs’ta yaşanan, devrimci şiddetin
kitleler tarafından uygulanmasıydı. İşte faşizmi titreten
faktör tastamam buydu. Artan faşist saldırılar karşısında
kitlesel karşı koyuşlar ve bunların süreklilik kazanması
faşizme karşı mücadelede atılmış büyük bir adım
olacaktır.
Bu yüzden kitle militanlığını geliştirmek, antifaşist
kitle savaşçılığını yaygınlaştırmak bugün için acil
bir görev sayılmalıdır.
AFMK’larımıza bu noktadan baktığımız zaman, belli
yönlerden yeterince olgunlaşmamış olduğunu görürüz. Göze
çarpan en belirgin zayıflık, militan-savaşçı eylem
pratiğinin kitlelere doğru genişletilememesidir.
AFMK’larımız, dar askeri eylemler örgütlemede ve pratiğe
geçirmede giderek yetikinleşmekte fakat, devrimci kitle
şiddetini uygulamada bir o kadar da zayıf kalmaktadırlar.
Komünist ve devrimci tutsakların bedel ödeyerek kazandıkları
onurlu Süresiz Açlık Grevi ve Ölüm Orucu Direnişleri
sürecini bu açıdan ele aldığmızda, vurgu yaptığmız
zayıflığın o kesitte de yaşandığını görmek mümkün.
O dönem AFMK’larımızın nasıl bir duruşu vardı?
Esas olarak öncü şiddete dayanan, sınırlı bir eylem
pratiğine sahip bir yeralış söz konusuydu. AFMK’lar, bir
yandan cezaevlerine yönelen faşist saldırılar ve verilen
kayıplar karşısında duyduğu öfkeyi hücrelerinde hisseden
ve güçlü bir eylem yapma isteğinde olan, diğer yandan
süreci dar güçlerle göğüslemeye çalışan, dolayısıyla
dar askeri eylemleri yaygın bir şeklide gerçekleştiren bir
görünüm çiziyorlardı.
Devrimci şiddeti arttırmak yanlış mıydı? HAYIR! Kocaman bir
hayır! Fakat orada bir eksiklik vardı. Kitleleri kavga
alanlarına çekebilme eksikliği!
Sınıf kavgasının keskinleştiği, faşist diktatörlüğün
üzerimize üzerimize geldiği bir kesitte öncü devrimci
şiddetin dozajını elbette artırmak gerekir. Fakat bunu,
kitleleri örgütleme ve antifaşist mücadeleye sefreber etme
görevini ihmal etmeden, bu ikisini içiçe geçirerek yapmak
zorunludur. Aksi halde başarı şansımız azalır. Çünkü
savaştıracak ordusu olmayan kurmaylara dönüşmek
kaçınılmaz olur.
Cezaevleri sürecini değerlendirirken, “AFMKlarımız
kitleleri hareketlendirmede zayıf kaldı”, dedik. Peki neden
böyle oldu?
Bunun birçok nedeni var. Fakat burada esas neden, kitlelere
duyulan güvensizliktir. Bu güvensizlik kitle çalışması
sırasında karşılaşılan zorlukların altında ezilmekten
kaynaklanıyor. AFMK’lılar bu zorlukları aşmak yerine,
çoğu kez dar güçlerle hareket etmeyi tercih ediyorlar.
İşin başında, “haydi” deyince hemen harekete geçecek bir
kitle hayal ediliyor. Bu olmayınca da güvensizlik
başgösteririyor. ‘96 1 Mayıs’ındaki görkemli kitle
savaşçılığı bir anda unutuluveriyor. Kuşkusuz,
cezaevlerinde 69 gün süren ölümüne dineşi süreci,
talepleri ve siyasal meydan okuyuşuyla yüzbinlerin
toplandığı 1 Mayıs’tan farklıdır. Ne var ki toprak aynı
toprak, emekçi kitleler aynı kitlelerdir. Yapmak zorunda
olduğumuz yalnızca biraz daha zorlu geçecek bir savaşı
aralıksız ve sistemli bir tarzda yürütme gereğidir.
“Devrim kitlelerin eseridir” bilinciyle hareket
etmeliyiz. devrimci kitle çizgisin yakalamak, faşizme karşı
topyekün bir karşı koyuşu örgütlemenin anahtarıdır.
Kuşkusuz, gneiş emekçi yığnıları kazanmak için
yürüttüğümüz kitle çalışması sırasında birçok
zorulukla karşılaşıyoruz, karşılaşacağız da. Sınıf
dengeleri ve kitle hareketinin gelişimine bağlı olarak,
işimiz daha da zorlaşabilecek ya da görece kolaylaştığı
dönemler yaşayacağız. Fakat devrimci kitle çalışması,
devrime kadar sürdürmemiz gereken bir faaliyettir. Önemli
olan, emekçi kitle hareketindeki düşme ve yükselme anlarını
iyi hesaplamak ve yürüteceğimiz kitle çalışmasında
ısrarcı ve kararlı devranmaktır.
Edindiğimiz olumlu-olumsuz deneyimlerle, daha sistemli, planlı,
süreklileşmiş ve sonuç alıcı bir çalışmayla işe
koyulalım.
Tuttuğunu koparan bir antifşasit enerji ve azimle yüklenirsek
kazanırız!
DEVRİMCİ
ADALET
Burjuva Adalet
“Hukuk, yaşamı düzenleyen
kurallar bütünüdür”, denir. Oysa bugün devletin
uyguladığı hukuk burjuva hukukudur. Hem de faşist olanından!
Sonuçta burjuvaların çıkarlarını korumaya hizmet eder.
Emkçilere ve işçi sınıfına karşı en sert şekilde
cezalandırıcı olan hukuk, burjuvalara karşı alabildiğince
esnektir. Her türlü insanlık dışı uygulamaları yapan
burjuvalar, silah, uyuşturucu, kadın ticareti ile sistemli
saldırı ve kâr edinme çarklarıyla palazlanıyorlar.
Miliyonlarca insanı mafya mekanizmasıyla bezdirenler hiçbir
cezai yaptırımla karşılaşmıyor. Çünkü düzen onların
düzeni: ÇALMA, ÇIRPMA, HALKI SOYUP SOĞANA ÇEVİRME DÜZENİ!
Bugün emekçiler en küçük bir
hakkı elde etmek için canını ortaya koyuyor. Kendi ürettiği
artıdeğerden çok az bir pay alan işçi sınıfı, kendi
talepleri için kuşkusuz alanlara çıkacaktır. Hak alma
mücadelesi veren işçisi, memuru, köylüsü, öğrencisi
bugün faşist hukkuk sistemi sayesinde terörsit ilan
edilmektedir. En basit görünen haklara bile saldıran faşist
diktatörlük, ülkeyi açık bir cezaevine dönüştürmekte;
bunu faşist yasaları ve kurumlarıyla yapmaktadır.
Hukukun
yaşamı düzenleyen kurallar bütünü olduğu doğrudur. Ancak
burada sorulması gereken soru, onun hangi sınıfa hizmet
ettiğidir. Bunu belirleyen ise iktidarın hangi sınıfın
elinde olduğudur.
Öte
yandan burjuvazi, kendi yasalarına dahi çoğu kez uymaz.
Örneğin, yüzlerce yağma, talan, cinayet işlerine
karışmış mafya çeteleri ya hiç cezalandırılmazlar, ya da
çok az bir cezayla paçayı kurtaırlar. Son dönemlerde mafyaya
yönelik yapılan operasyonlar göstermeliktir ve bunlar
esasında bujuvaların kendi içlerindeki çıkar kavgalarının
birer yansımasıdır. Ki mafyanın kendisi bizzat burjuva
devletin rahminde doğar, gelişir ve ondan beslenir.
Burjuva
hukuku, emekçi halk hareketini yok etme hedefine uygun
düzenlenir. Dolyaısıyla devlet kurumlarının hepsi buna göre
konumlanır ve çalışır. Başta faşist ordu ve polis
teşkilatı olmak üzere, onun mahkemeleri, adalet kurumları
emekçilere yöneltilen saldırıların yürütücüleridir.
Bugün savcılıkların polisle birlikte davranmaları ve içiçe
olmaları somut bir gerçek, bağımsız yargı söylemleri ise
hikayeden ibarettir.
Peki
piyasada cirit atan bu halk düşmanlarının cezasını kim
verecek!
Bu noktada devreye DEVRİMCİ ADALET girer. Burjuva devletin
-doğal olark- yapmadığı şeyi sınıfın öncüleri yapar,
Örneğin, TİKB-Osman Yaşar Yoldaşcan Müfrezesi’nin
savcı Ethem Ekin’i cezalandırma eylemini
düşünelim. Bu halk düşmanı, birçok devrimcinin kanına
girmiş, işkencede katledilmelerine göz yummuştur. Son olarak,
komünist Remzi BASALAK’ın işkencede
dosyası kabaran bu faşistin yaşamına TİKB
tarafından nokta konmuş ve ölümle cezalandırılmıştır.
İşte
bu, devrimci adaletin yerine getirilmesidir.
Devrimci
şiddetin gerekli olduğu yerde ve zamanda uygulanması
önemlidir. Bu hem bugünden yarına devrimci kuralları
yerleştirmek, hem sınıfa ve emekçilere moral üstünlük
sağlamak, hem de devleti derinden titretmek açısından
gereklidir.
Devrimci
şiddeti yaygınlaştırmadan ve kendi adaletimiz uygulmaya
sokmadan devrim yapabilme düşüncesi ham hayalden başka bir
şey değildir!
Emekçi
halk düşmanlarının cezalandırılabilmesi için her şeyden
önce o kişinin bulunması, tespit edilmesi gerektiği
açıktır! Bu ise düşmanın harekitinn izlenmesi, onun yakın
takibe alınmasıyla mümkün olur. Herhangi bir halk düşmanı
hakkında elde edilen yarım-yamalak bilgiler, eyleme geçmek
için yeterli olmaz. Devrimci adaletin uygulamaya sokulabilmesi
için gerekli olan şey, GÜÇLÜ ve EKSİKSİZ BİR İSTİHBARAT
ÇALIŞMASI’dır.
İşte
tam da burada AFMK’larımıza düşen görev, her türlü
istihbarat çalışmasını sürekli ve sistemli bir şekilde
yürütmek ve bu konuda ustalaşmaktır.
Bütün
AFMK’lar kendi bölgesindeki halk düşmalarını açığa
çıkarmalı, onlar hakkında ayrıntılı ve eksiksiz bilgi
sahibi olmalı ve bu bilgileri komünistlere
ulaştırmalıdırlar.
Hiçbir
halk düşmanını cezasız bırakmayacağız!
Pislik Yuvalarını Dağıtalım! AFMK’lar görev başına...
Burjuvazinin krizi derinleştikçe
kokuşmuşluğu da çürümüşlüğü de aynı hızla
derinleşiyor. O, sınıfsal karakterinden kaynaklanan her
türlü yozlaşma ve ahlaki çürümüşlüğü toplumun tüm
kesimlerine yaymaya çalışıyor. Çabası, sömürü sistemini
devam ettirebilmek için emekçi sınıfları her türlü kirli
araç ve yöntemle düşkünleştirmeye dönüktür. Burjuvazi,bu
tarihsel olarak ömrünü bitirmiş sınıf, tüm toplumu bir
irin yığını haline getirerek sınıf olma bilincinden
uzaklaştırmaya çalışıyor ve bu yolla yeni sermaye birikimi
bile oluşturuyor. Örgütsüzleştirilmiş işçi ve
emekçilerin yeniden ayağa kalkmaları, damarlarına alkol ve
zehir akıtılarak önlenmeye çalışılıyor. Bütün
kapitalist ülkelerde birahanelerin ve uyuşturucu
kullanımının yaygınlığı önemli bir göstergedir. bizim
gibi yarı sömürge ülkelerde pervasız baskı ve şiddet
emekçi halka ve onun öncülerine yöneltilirken, terör emekçi
halkı teslim almaya, burjuva ideolojisinin her türlü pespaye
biçimi hakim kılınmaya çalışırken ahlaki çürüme de
bizzat onlar tarafından kontrolde zorlandığı emekçi
sınıfların ve gençliğin üzerine çökertiliyor.
Burjuvazi
kendi yarattığı ve hakim kılmaya çalıştığı toplumsal
kirlenmeyi sanki bunun sorumlusu tam da bu ücretli kölelik
sisteminin kendisi değilmiş, böylesi bir burjuvazinin ta
kendisi değilmiş gibi davranıyor. Uyuşturucu
bağımlılığını sosyo-kültürel yapıda kişilik
bozukluklarında, heyecan arayışında, biyokimyasal yapıda
arayarak ve bunu böyle göstererek toplumu yanıltıyorlar.
Gençlerin kanına tonlarca uyuşturucu akıtılırken,
sorumlusunu kendi dışında gösteriyor.
Gün
geçmiyor ki uyuşturucudan onlarca gencin öldüğünü ya da
sakat kaldığını öğrenmeyelim. Ülkemizde gençlik
özellikle bu batağın içine çekilmek isteniyor.
Küçükburjuva tabakalarda yozlaşma hızla artıyor. Adresini
daha kolay buluyor. Burjuvazi emekçi kesimlerde sistemli ve
bilinçli bir tarzda bunu yaygınlaştırmaya çalışıyor.
İşsiz, yarı-işsiz devrimci mücadeleye açık ve dinamik, şu
son dönemde devrimci ve komünistlerin bayrağı altında
adımlarını büyüten potansiyeli hedefliyorlar.
Her
türlü baskı ve terörle, ideolojik kuşatmayla teslim
alamadıkları umudunuz gençliğimize, emekçi gençliğin
pıtır pıtır atan yüreğine zehir zerk etmek istiyorlar. O
yüreği alkolle köreltmeye çalışıyorlar. Çünkü o
gençlik barikatların, gösterilerin, direnişlerin, sokak
savaşlarının gençiliğidir büyüyor ve faşizm ve sermaye
düzenini tehdit ediyor.
Piyon
olarak kullanılan uyuşturucu çeteleri boy veriyor.
Bölgelerimizde gözlerimizin önünde gençliğimize uyuşturucu
satıyorlar, özellikle de polisle anlaşmalı olarak. Ülkücü
faşist çeteler bu “pazar”ın paylaşımında başı
çekiyorlar. Bunu da iyi biliyoruz. Onları da iyi tanıyoruz.
Peki o zaman bütün bunlara seyirci kalabilir miyiz?
Bölgelerimizde
bu pislik yuvalarını barındırmayacağımız. Onları
izleyecek açığa çıkaracağız. Uyuşturucu
bağımlılığının hangi hedefle, kimin tarafından yayılmaya
çalışıldığını temel alacağız. Bu faaliyeti içeriği
zengin, araçlarla, her türlü afiş ve bildiriyle, duvar
yazıları ve duvar gazeteleriyle, anaların, yaşlıların ve
halkın bulunduğu toplantılarla pekişmiş bir tarzda
yürüteceğiz. Bunların yüzünü açığa çıkarıp mahkum
edeceğiz. Yeri ve zamanı geldiğinde devrimci adaletimizi
enselerinde hissettireceğiz.
Bunu
neden ve niçin yaptığımızı iyi anlatacağız. Burjuvazinin
yalanlarını ve oyunlarını bozacağız. Emeklilere, gençlere
bin kez bıkmadan usanmadan anlatarak onların başka
oyunlarını bozduğumuz gibi bozacağız. Bu pisliğe bulaşan
emekçi gençleri kazanacağız. Pisliği yayanları
dağıtacağız. Kapitalist düzeni ve faşist devleti yıkmadan
bütün pisliklerden ancak geçici olarak kurtulabileceğimizi bu
ölüm tacirlerinin zehirinden toplumu ancak devrim ve
sosyalizmle kurtarabileceğimizi kavratacağız. AFMK
çalışmasına bağlı, çalışmalarımızla gençliği bir kez
daha kazanacağız. Kavgamızı daha kitlesel kılacağız.
AFMK’lar
Görev Başına!
Pislik Yuvalarını Dağıtalım!
AFMK’ların Adaleti Ensenizdedir!
Bir Kitap: MOSKOVA ÖNLERİNDE
Kitabın girişinde “Moskova’nın
kapısı Volokolamsk Şosesi’nde kahramanlık destanları
yaratan bir taburun komutanı Momiş Uli’nin savaş anıları”
diye yazar. Oysa biz bu kitapta savaş anıları ve kahramanlık
destanlarından öte, savaş sanatının inceliklerini,
teorisini, strateji ve taktiğini buluruz. Emperyalist savaşta
sosyalist ülkelerini korumak için çarpışan savaşçıların
özelliklerinin bir AFMK savaşçısına ilham vermesi gereken
yönlerini görürüz.
Komutan Momiş Uli, askerlerin savaşa
girmeden önce “General Korku”yu yenmeleri
gerektiğni; zaferin önce kafada kazanılacaığını
bilmektedir. Bunu da “Savaşa kafaca ve ruhça hazır
girilir ve bir savaşçının görünmez bayrağı, disiplinle
kuşanılırsa mümkün olacaktır” diye ifade eder.
Taburun savunma bölgesini
dolaşırken makinalıyı çalıştırıp alarm verir ve silah
başı yaptırır. Askerler, hazırlıksızdır. Büyük
çoğunluğu önce kaçar. Daha sonra ise toparlanıp geri
dönerler, utanmışlardır. Biri, makinalıların komutanı
dönmemiştir. Yakalandığında elini yaraladığı görülür.
O, paniklemiştir. Savaşmamak için elini bilerek
yaralamıştır. Bir komutan gibi davranamamıştır. Karar
verilir. Kaçan komutan kendi askerleri tarafından kurşuna
dizilecektir. Askerlerine şöyle seslenir Momiş Uli, “Evet
savaşta ölüler olacak. Ama asker olarak ölenler unutulmaz.
Asker savaşa ölmek için değil düşmanı öldürmek için
girer. ... Biz hepimiz savaşa gereceğiz. Bütün tabur
girecek... Ama önce seni, korkağı, savaştan kaçanı kurşuna
dizecekler.” Ve emir verilir. Daha sonra hissettiklerini
ise sadece romanın yazarına anlatır. “Her asker kaputu
giyen veya giymeye hazırlanan bilsin... iyi olabilirsin. Daha
önce seni sevmiş, seni övmüş olabilirler... Korkuya
düştün mü, hainlik ettin mi bağış yoktur. Her ne kadar
bağışlanmak istensen de...” Cesaret hiç korkmamak
değildir. Korktuğun anda bile doğru olanı yapabilmektir.
Momiş Uli, askerlerinin siperlerin
düzgün kazmadıklarını, savunma hatlarını iyi
oluşturmadıklarını, inançsızlıklarını gözler. Ne
yapacağını düşünmektedir. General Panflilov’un
söylediklerini hatırlar. “Asker savaşa ölmek için
değil, yaşamak için girer.” “Yaşama
içgüdüsü, yaşamı koruma çabası, doğanın ilk
davranışıdır. Sadece kaçmakla doğmaz bu içgüdü başka
türlü de belirebilir... Bu görülmemiş savşta vatanın
geleceği için, içgüdülerimiz bize düşman değil, arkadaş
olmalıdır.” Evet, askerlerinin önce ölümü kafada
yenmeleri gerikyordur. Kazanma bilinci ve azmi ancak ölümü
kafalarında yenenlerde oluşur. Ve askerlerine tek tek sormaya
başlar; “Vatan nedir?” “Yaşamak ister misin?”
Sonra, “Vatan sensin” der askerlerine, “Vatan
sensin. Seni öldürmek isteyeni öldür. Kimin için gerekli bu?
Senin için, karın için, baban için, çocukların için
gerekli... Düşman seni de beni de öldürmek için geliyor. Ben
sana onu öldürmeyi öğretiyorum... Eğer gerçekten yaşamak
istiyorsan sen de arkadışından isteyeceksin öldür!... Vatan
sensin, vatan biziz... Sizin ölmenize değil yaşamanıza
çalışıyorum.”
Bir savaşçıda olması greken
soğukkanlılığı da buluruz kitabın sayfalarında. Tümenden
koptukları, bağlantılarının olmadığı, ateş çemberinin
içerisinde bulundukları umutsuz bir durumda Momiş Uli,
“Hayır, hayır kopmuş değiliz her yerde bizimkiler
savaşıyor, düşmanın ateşine ateşle karşılık veriyor.
Haydi eyerden doğrul Baurdcan, düşman seni savaştan önce
ezmek, korku içinde bırakmak, ruhunu tutsak etmek istiyor. Şu
anda senin görevin soğukkanlılığını ve aklını korumak”
diye düşünür Baurdcan. Momiş Üli’ye bunları
düşündüren nedir? Görmese de, “Bizimkiler her yerde
savaşıyor” dedirten, soğukkanlılığını yeniden
kazandıran. Haklılığın, birlik ruhunun, birbirlerine duyulan
yoldaşca, inanç ve güvenin sarsılmaz, kopmaz bağları değil
midir? Bu inancı, bu ruhu kitabın bir çok yerinde görürüz.
Devrimden sonra, sosyalizmin yaşaması için, gerçek
bağımsızlık ve özgürlük için mücadalenin kararlılık,
disiplin, kendine güven, yaratıcılık, kazanma azmiyle içiçe
geçmişliğin özünü buluruz.
Savaşın kızgın ollduğu sıralarda
bir karışıklıktan ötürü kumandanlıktan
uzaklaştırıldığını düşünen Momiş Uli komutan
yardımcısına bırakmaktansa savaşta görevi siyasi
yöneticilik olan Tolstunov’a bırakmayı tercih eder.
Nedenleri başka bir açıklamayı gereksiz kılmaktadır. “Kumandanlar
yaratıcı adamlardır. Sadece emirlere uymak kumandan olmak
için yeterli değlidir. Her şeyi bilmekde bir anlam taşımaz.
Bence yaratıcılar gerekli. Yürekli ve kararlılık sahibi
olmak gerekir.”
Ve savaşta ortaya çıkan,
belirginleşen bir savşaçının en önemli silahını Panfilov
şöyle ifade eder: “Savaş neyi gösterdi? Almanlar
hatlarımızı yarıyorlardı ve bunu pekçok kez yaptılar. Bu
sırada birliklerimiz ayrı ayrı bölükler hatta takımlar
halinde bağımsız olarak kaldılar. Bazıları tutsak oldular
ama kalanlar direndiler ve çarpışmayı sürdürdüler. Bu
şekilde yönetimsiz direnme düşmana o kadar çok kayıp
verdirdi ki bunun hesaplanması olanksızdır. Kumanda
kademesinden kopmuş, kendi halinde kalmış olan kişi-parti
eğitimi aldığı için kendi kendine kararlar alıyor. Kendi
içgüdüsü ile davrınşa geçebiliyordu.”
Mücadelenin giderek
keskinleştiği dönemlerde bir savaşçı özellikle bir AFMK
savaşçısı siyasi bilinç donanımının yanısıra savaşta
kendisine gerekecek, tüm silahlarla şimdiden donanmalıdır.
Disiplin, kendine güven, kararlılık, soğukkanlılık,
yaratıcılık gibi özelliklerin yanında görev bilinci, taktik
ve hedefleri aşma, kumandasız, yönetimsiz, kalınsa da direnme
savaşma bilinç ve kararlılığı gibi silahlarla da şimdiden
donanmayı hedeflemelidir.
SAVAŞ ALETLERİNİ TANIYALIM:
Çek Vzor 7.65 cal.
Eğer bir silahı sökmek
istiyorsak, yapılması gereken ilk iş, elimize aldığımız
silahın namlusunu yere doğrultmaktır. Böylece istenmeyen bir
durumun önüne geçmiş oluruz. Yapılacak işlemler sırasıyla:
1) Şarjör, şarjör düğmesine basılarak çıkarılır,
2) Horoz geriye doğru çekilir,
3) Mekanizma geriye doğru çekilir ve namluya sürülmüğ mermi
varsa çıkarılır,
Bütün bunlar yapılırken, parmağın tetikte olmamasına
mutlaka dikkat edilmelidir!
4) İşaret parmağıyla (düğmeye) basılır ve diğer elle
mekanizma geriye doğru çekilerek hafifçe yukarıya doğru
hareket ettirilir. Böylece kızak, yuvasından çıkmış olur
(Bu işlem sırasında -düğme- basılı durumda olmalıdır). Kızak
öne doğru kaydırılır ve gövdeden ayrılır.
5) Sabit namluya takılı olan (yay) çıkarılır. Böylece
sökme işlemi tamamlanmış olur. Bu işlem, silahın temzilenip
yağlanması için yeterlidir. Onu daha küçük parçalar
(özellikle iğne ve tetik kısımlarıyla uğraşılmamalıdır)
ayırma girişiminde bulunmak yanlış olur. Silah parçalara ayrılırken,
sırasıyla hangi parçaların çikarıldığına dikkat
edilmelidir. Çünkü silahı takma (parçaları biraraya
getirme) işlemi, sökme işleminin tersidir. Yani sökülen ilk
parça, en son takılan parçadır. Silahın ayrıntılarını öğrenebilmek
için orta sayfadaki şekilleri dikkatli bir gözle incelemek
yeterli olacaktır. iğne ve tetiği sökmek mümkün ama silaha
zarar verebileceğinden gereksiz bir işlemdir.
İSTİHBARAT ÜZERİNE BİR SORU:
İstihbarat çalışması yürütmek her antifaşistin
görevidir. Bu yüzden sürekli bir biçimde üzerinde duracağımız
temel konulardan biridir. Bültenimizde sık sık işleyeceğiz.
“İstihbarat nedir? Nasıl yürütülür? Bunu yaparken nelere
dikkat etmek gerekir?” gibi soruların yanıtlarını vereceğiz.
Tüm AFMK’lıların istihbarat çalışması yürütmede ustalaşması
zorunludur. Çünkü, düşmanın hareket alanını sınırlamazsan,
o seninkini sınırlar! Cevabını başka bir zamana bırakmak
üzere bu konuyla ilgili sorumuza geçelim:
Bir cezalandırma eylemine dönük istihbarat toplamak üzere
görevlendirildiniz. Hedefin adını ve
soyadını bilmiyorsunuz. Ayrıntılı bir tip tarifi var. Ayrıca
mesleği ve hangi bölgede oturduğu biliniyor (semti). Bu halk
düsmanının en kısa zamanda bulunabilmesi için nasıl bir yol
ve yöntem izlersiniz?
EYLEM BİLANÇOSU 17 Temmuz
|
Bir eylem ve birkaç ders... Uzun bir süre önce ülkü ocağını bombalamayı hedef olarak koyduk. Gerekli istihbaratı topladık fakat, eylemi gerçekleştirmek için en önemli araçlar olan bomba ve silahı ele geçiremiyorduk. Bomba yapımı için gerekli bilgiyi komünistlerden öğrendik. Bombayı hazırlamak için, su tesisatlarında bulunan ve borularda ara bağlantıları oluşturan parçalardan aldık. Yeteri kadar barut ve miktar da potasyum nitrat ele geçirdik. El yapımı fünyeyi ve bir masa saatini kullanarak zaman ayarlı bir bomba hazırladık. Silahımızın olmayışı
nedeniyle eylemi bir süre erteledik. Bir süre sonra
gerekli silahı temin ettik. Silah hakkında pek bilgimiz
yoktu fakat, çok meraklı olduğumuzdan dolyaı söküp
taktık. Bu esnada görünürde hiçbir aksilik yoktu. Kitle çalışmasını süreklileştirmeliyiz! Pazar eylemi deneyimi: |
Anasayfa - Eylemler - AFMK Bülteni - Katiller - Savaş Aletleri